Nisan 12, 2005

Armudun Sapi, Uzumun Copu..

Ferda ERDINC

Armudun sapi uzumun copu deriz, bahane edilen seyin incir cekirdegini doldurmayacak sacmaliga vardigini anlatmak amaciyla. Bu minval uzere her seye bir bahane bulan kisi sapsiz kalir haliyle ve o halinin ifadesinde de uzum yetisir imdade: copsuz uzum olmustur simdi de. Uzumu ye bagini sorma nasihatini dinlemez yine de kimse, o zaman sapi samani copu koyup bir kefeye, saraphaneye gidecek digerine de uzumleri koymak gerekir tanrilarin ickisi yapila dursun bir kosede, uzumun cekirdegi birden firlar sahneye. Iste size meyvenin kendinden hic asagi kalmayacak degerde bir parcasi. Cogunlukla uzumu yerken agzimiza fazla gelen ve tukurulen. Ya da cekirdeksiz turunun bazilarinca tercih edilmesine neden. O cop diye cikarip attigimiz cekirdegi uzumun, bir bilsek ki saglik icin ince kimya islemlerinden gecince ne degerli bir ilaca donusecek, manavlarda degil eczanelerde satilacak en pahali yag turlerinden biri haline gelecek. “Gozunun yagini yiyim” diyecek olursa size biri, “hayir sekerim illa bir yag yiyeceksen uzumun cekirdeginin yagini tercih etmen her ikimiz icin de daha hayirli olur” diye kurtarabilirsiniz gozlerinizi. Kirazin sapi gibi o da saglik islerinde gorevli ama kiraz sapi kestirmeden kurutulup oyle kendi halinde suda bir tasim kaynatilarak icildikce bobreklerimizi rahatlatmaya yetiyor. Misirin da sapi degil de puskulu mesela yine boyle cayi yapilip icilende idrari sokturuveriyor tez elden.

Cekirdegin dolmasi....
‹ncir cekirdegi dolmamasiyla unluyken domatesin ki tamamen bir kafiye meraki ugruna avaz avaz bagrisilan bir tekerlemeye malzeme edilse ve rengi “kirmizi kirmizi” diye ilan edilmis olsa da aleme, hayir yoktur bu ifsaatin asli astari. Domatesin cekirdeginin gercek rengi yesildir bazen ya da pembemsi sari. Hep! Kendisidir kirmizi olan. Sekli ve cazibesi nedeniyle bazi kulturlerde ask elmasi diye kayda gecen. Dil biraz boyle bir seydir iste, bir seyi bir seye benzetmeyi, ya da sirf eglence olsun diye, kafiye olsun diye, vesile olsun diye diline dolamayi sever meyve ahalisini de. Portakali mesela illa soyar ve basucuna koyar. Soyar da kabugunu ne yapar? Bir yalan uydurma sevdasinda portakala kim ne sorar? Portakal da o zaman haliyle kalir orada. Basucunda! Halbuki soyar soymaz yemekte fayda var, havayla uzun temas ciplak tenini daha kolay bozacagindan ve vitaminlerinin kaybina yol acacagindan. Bir de su onemli, soyarken kabugun icindeki beyaz kismini aman ha kabukla birlikte kalin kesip cope yolcu etmemeli. Zaten bu ozeni kabuguna da gostermeli; portakal sekerlemesi sadece kabuktan, receli de butunuyle icini disindan ayirmadan yapiliyor zaten. Boylesi makbul, ustelik faideli. Hele o icindeki beyaz yumusak kadife ceketi, C vitamini alanindaki sohretini asil ona borclu cunku kendisi. Dilin kemiginin olmamasinin bunlar iste bazi yaniltici sonuclari belli ki. Insanoglu bu, illa incir cekirdegini doldurmaya kalkacak mesela, oyuncakli ifade sanati ugruna. Oysa dolma mi cekti canin, kirazin ayvanin yapraginin ne eksigi var? Eksigi degil fazlasi var hatta; iste guney illerinde dolma askinin son derece faydali bir icraati. Ama tabii, dolma ya da sarma diyince once ve ille asma yapragi. Yani uzume donus yeniden!

Ask eski bir yalan.....
Incir gibi, zeytin gibi uzum de kutsal meyvelerin kare asinin vazgecilmez uclusu. Meryem Ananin adi rayihali otlar bahsinde ne kadar cok cikarsa karsimiza, kutsal masal kitaplarinda Isa da, bilcumle yaratilis hikayeleri de bu meyveler ve agaclariyla siki fiki. Yunan mitolojisinde de kalabalik tanri, tanrica, yari-tanri ahalisi tabii! Olumlulerin olumsuzlere karsi cabalarinda meyveler en buyuk yardimcilari. Isa’nin elinde elma nedamet sembolu; oncesinde ask ve bereket. Japonya’da kiraz cicegi saflik, guzellik ve talihin sembolu. Kendini ruzgara kaptirip karsiniza cikarsa, ideal bir olumun mujdecisi mesela. Zeytin ve uzum gibi incir de kutsal bir agac ve bolluk ve dogurganlik sembolu. Hint mitolojisinde Buda’nin altinda oturarak erdigi agac bodhi bir incir turu. Buda’yi erdiren meyve, Dionysos nezdinde tahmin edilecegi gibi erotizm dalinda yukseliyor kutsallik tahtina. Diyonizyak gizemli ayinler uzumu de buyur ediyorlar hayatin, olumun vecd ile kutlandigi sirri hala cozulmemis torenlerine. Dut agaci Cin’de dogan gunesin tezahuru, kem gozleri kovaliyor alemden. Meyvesinin icindeki fistigi dolmalara koydugumuz cam agaci ise Cin ve Japon ulkelerinde olumsuzluk sembolu. Erik agaci yine Uzakdogu’da baharin, gencligin ve safligin sembolu. Cilegin rengi Isa’nin kani oluyor, limonun kokusu Meryem’in safiyetine kefil. Meyveler ve agaclari insanlik tarihinin varolusla bas etme seruveninin ve hayal gucunun elinde neredeyse oyuncak oluyor kisaca soylemek gerekirse!

Ama meyvenin cilesi bitmiyor, insanin oykusunun taa en basina kadar gidiyor. Adi bile bazi bolgelerimizde sansure ugrayip sadece “yemis” diye gecen incir denilen isveli meyve, cekirdegi dolmadigi gibi kendi de ele avuca sigmiyor; alip basini erotizm cagrisimli ‘yasak’ yerlere uzaniyor. Yapragini mesela, ciplakligi baslangicta ahlaka aykiri sayilmamis olsa da hemen sonra cennetten kovulmaya neden olacak ve yine basrolu bir baska meyvenin alacagi utanc ve saklama/saklanma bolumunun sahnelenmesini takiben cennetten kovuldugu yetmiyormus gibi ortunme gerekliligine ugratilacak Havva’ya estetik bir ortunme bandi ya da giysinin ilk hali olarak verecek. Yasak konusunun bas rolunde ise, Havva’dan epey uzun bir zaman sonra durduk yerde Newton’un basina duserek insanoglunu hep mesgul edecek yer cekimi-yersizlik cekimi-ay cekimi- cekimsizlik gezegenleri gibi mufassal meselelerin kapisini aralamaya vesile olacak elma adli meyve tarih sahnesinde boy gosteriyor.

Mevsimler, siirler, copler, isaretler....
Artik bu nedenle mi bilmem René Char kadar zarif bir sair bile “Yemis kordur. Agactir goren” diyor. Yildizi nedense meyvelerle pek barismiyor bu essiz dil ustasinin, “Yasasin” adli siirinde de memleket denen o ‘kitayi muhayyel’de agaclarin meyve verme yukumlulugunden azade oldugunu ifade ediyor: “Yapraklar vardir, sayisiz yaparak benim ulkemin agaclarinda./ Dallar yemissiz kalmakta ozgur.” Galiba ask denen seyin ille de bir meyvesi olmasi gerektigini dusunmuyor. Belki dunyanin, asklarinin meyvesini cismen gormeye ve gostermeye pek merakli insanlarca tikis tikis doldurulmasina karsi sadece. Meyvesiz agac taslanmaz ne de olsa, ve rahat birakilir hep girtlaginin derdinde gozu aski meski gormez olan insanlarca diye dusunuyordur belki de. Sair bu, gonlu ozgurlukten ve agaclardan yana.

Ama insan bu, cennetten bile kovulmayi goze almis bir yaratik, elmayi yedigi yetmiyor, dunyanin ona sundugu butun nimetlerden pay almaya kararli, bu da yetmiyor; karni tok sirti pek olunca da yine dusuyor ask mesk islerine ve kizilciklar olup seleler dolunca yare corap yolluyor. Ayva cicek acti mi “aa yaz gelecek demek ki” diye kendine bir isaret ediniyor, seviniyor. Karpuz cikar cikmaz yedigi yetmiyor, kabugunu denize elinden dusuruveriyor. Bunu goren digerleri “ haydi denize girme vakti” diye ususuyorlar sulara. Birinin de aklina denize dusen karpuz kabugunu almak gelmiyor. Denizler sadece insanlarla degil coplerle de doluyor. ‹nsanoglunun akli da denizler gibi karisiyor, kirleniyor. Yagini ilac edecegi uzumun cekirdegini; kompostosunu, cayini, tatlisini yaparken hem rengi hem kivami icin ona lazim elma ve ayvanin cekirdegini, kirazin copunu, misirin puskulunu, portakalin kabugunu tutup cop diye atiyor. Sonra saglik elden gidip kilolar bedene yuk gelince hadi dus doktorlarin kapisina, karistir eski kitaplari, cikar copten cope attigi cop olmayanlari. Ham meyvayi kopariyor dalindan, ayiriyor birini sevdigi yarinden. Bulbule dut yedirip susturuyor. Armudun iyisini ayilara yediriyor. Karpuz kestim yiyen yok diye feryat ediyor, incir agacindan oklava yapmaya kalkiyor, olmuyor. Bir koltuga uc bes karpuz sigdirmaya kalkiyor, sigmiyor. Sigmayinca hirslaniyor, tohumlariyla genleriyle oynayip karpuzlari kucultmeye yelteniyor. Hal boyle olunca bir degil cuval cuval incir berbat ediliyor. Halbuki ye yedigini, yiyemedigini kurut, gerisinden de kuruver bir incir likoru, rakisi; sakla samani gelsin kis gunleri bayram seyran olanda zamani! Karpuz kabuklarini ver hayvanlara yem olsun, paylas biraz ve denize atma ya da onun bunun ayaginin altina koyma! Duserler sonra. Baga bak uzum olsun, yemege yuzun olsun, uzum gozlu yarin olsun. Gonuller sen olsun. Bekle meyvelerin olgunlasmasini ve kendi mevsimlerinde ve zamanlarinda karsina cikmalarini. Asma basinda beklerken uzumu, koruktan da eksisini yap, dolmalara koyarsin. Sabirli ol biraz, koruktan helva yap hatta. Baksana, bakarsan bag oluyormus yoksa dag. Cop daglari bu herhalde. Ek topragi, ek meyve agaclarini bic hasadi, gor semeresini. Elmayi soy yerken, kabugunu atma kurut, cayini demlersin bogazin agridiginda kis gunlerinde; armudu da say yerken, ve sapini sayma artik bahanelerin arasinda. Sayacaksan illa bir sey Paul Celan’a kulak ver; “say bademleri, / say aci olani, uyanik tutani say/ beni de onlara kat” yakarisina kulak ver, acisinin badem ettigi gonulleri yad et. Ya da bahar zamani cagla halini meyve, kuruyunca cekirdegini badem diye yedigin agacin ciceklerine bak sadece; yaradilisi ve bereketi, zerafeti ve yeryuzunun siirini duy, dinle. Yok oyle durduk yerde armut pissin de agzima dussun de...
Ac gozlerini bak etrafina, sen bakamiyorsan bakanlarin gorduklerine bak: Kurosowa’nin filmindeki seftali agaclari sahnesinde gor bari sehir hayatinda gormedigin ciceklerini. Hayallere dal. Kor olan meyve mi insan mi diye sorasi geliyor insanin. Domatesin cekirdegi degil iste kirmizi, ve incir cekirdekleri dolmamakta israrli. Bari artik gokten uc elma dusse de okurlar yazari, mevsimi gelmisken meyvesinin, kizilcik sopasiyla dovmeye yeltenmeden bu yazi da bitse. Keske! Yerdik bir guzel; Adem ile Havva’nin ruhunu sad ederek bu vesileyle. Veya elma sekeri yapardik veya.... Her neyse!

Kaynakca:

1. Victor Hehn: Zeytin Uzum ve Incir , Dost kitabevi, 1998

2. René Char: Secme Siirler , Ada Yayinlari, 1990

3. Paul Celan: Bademlerden Say Beni Adam Yayinlari, 1983

4. The Herder Dictionary of Symbols, Chiron Publications, 1993

5. Turk Atasozleri ve Deyimler Milli Egitim Basimevi, 1971


Bu yazi 2004 yili sonbaharinda Bugday dergisinde yayinlandi.

Hiç yorum yok: