Ferda ERDINC
Urfa’da icememistim mirrayi. Onca yol tepip gittigim Urfa’da, ustelik yerli ahalinin gittigi carsi icindeki bir cayhanada icmeye yeltendimdi. Ancak, matah bir seydir diye icine nescafe koyduklarindan pes edip icmekten vazgectimdi. Bu anlattigim hadise bir kac sene onceydi. Evvelsi gece iciverdim en nihayetinde bu meshur kahveyi. Urfa’da icmek nasip olmayan mirranin karsima zahmetsiz ciktigi yer bu sehrin gobegiydi: Eminonu’nde Hamdi tesisleri! Otantik kiyafetli Urfali bir amcanin elinde dolastirdigi bir tepsiden onume konan kulpsuz fincanda mirra. Hayirlara vesile olsun dedim icimden.
Senelerdir uzak kaldigim yerel bir tat: kenger. Bir tur diken kendisi, dogu’da kenger, batida kenker. Tipatip ayni degil her ikisi elbet, toprak farki. Cocukken Ercis’te tursu olarak yemis oldugum ve damagima kaydolmus bir tat iste. Bu bahar bir telefon Pazar ogle vakti: Dolapdere pazarinda kenger tesbit edildi, kos! Kostum hemen. Dolapdere pazari donme dolap gibi: Afrikalilar, Kurtler, Travestiler, Cingeneler ve Tesetturlu Muslumanlar hep bir agizdan “atli karinca donuyor” diye sarki soyleseler mukemmel bir muzikal sahnesi elde edecekler. Soylemiyorlar gel gor ki! Bir ben eksikmisim bu curcunada, eklendim. Kurt saticinin onunde flamasiz bu gayri resmi gecitte, diger ahali “mu ni, mu ni?” diye saticiyi taciz ediyorlar. “Turist” kalabaligi yarip kengerleri torbaya doldurmaya basladim. Affan Dede’ye degil Kurt saticiya para saydim, saskin bakislari arasinda verdi bana cocuklugumu ama bundan haberi olmadi. Olayin gectigi yer: Elmadag’in berisi, Taksim’in asagisi; Beyoglu’nun kiyisi. Kisaca, Van’in Ercis ilcesinden tanisikligim olan kengerle bulustugum yer Istanbul sehrinin bir baska orta kiyisi! Gecen sene, Balat’a sabah vakti vasil olan bir kamyon kengerin haberi bana ulasana dek yagmalandigindan enseleyememistim kengerleri. Kismet bu seneyeymis.
Hodan Kuzguncuk’a kadar geldi ve yerlesti, diger Kastamonu, yani ic Karadeniz otlari ve bilumum gidalari artik neredeyse “in” listesine girmis olan Kastamonu pazarindan temin edilebiliyor. Nar eksisi markalandi, market raflarinda yerini aldi. Erzurum ve dolaylarinda casir, Van ve dolaylarinda cag adiyla maruf fevkalade tuhaf bir baska yabani nebatat henuz gizemini koruyor. Eskin veya uskun adiyla yine o yorelerde bilinen bir baska nebatatin gavurda rhubarb denilen seyle ayni oldugunu benim fisildamis olmamla bu bilgi de baska bir agizdan gazetelerde tescillenmisti bir kac sene once. Deniz borulcesinin cok uzaktan degil hemen kuzey Ege’den baslayarak Bodrum’a kadar uzanan bir cografyadan yolunu bulup sehre vasil olmasi da cok yeni. Belli ki Izmir’liler ‹Istanbul’a gelirken otlarini pesleri sira suruklemekte diger yore ahalileri kadar israr gostermemisler. Yol yakin, gider anne evlerimizde yeriz demis olmalilar.
Iste size varoslarin gida “buda”larindan bir kac ornek. Sehrin sinir boylarinda boy gosteren, bazilari merkeze giden yolu digerlerinden daha kolay bulan, digerleri “sohret”in kapilarini calacagi gunu bekleyen hakiki, yerel, “orda bir koy var uzakta”nin otantik ve egzantirik aktor ve aktrisleri. Ibrahim Tatlises ve onun kader birligi ettigi lahmacunu kadar “Istanbullu” olacaklar mi yakin zamanda?
Yasim musait; Beyoglu’ndaki ilk halka acik ocakbaslarindan birine has Suadiyeli bir arkadasimizi goturdugumuz gunu hatirliyorum. Benim de ilk ocakbasi seferimdi, ocakbasi ulkesinden degilim. Ama bu sehre sonradan ilhak edenlerdenim, baska mutfaklardan haberdardim. Ustelik aile yapim da musait oldugundan Lise tahsilime bu sehirde devam ederken annemden sonra sofra ve yeme-icme adabini, gec yasinda toplumu iplemeyip yureginin sesini dinleme cesaretine sahip dedemin kendine es sectigi Ermeni asilli uvey anneannemden edinme sansim da oldu. Yani Gramsci’nin sozunu ettigi eskinin bitip yeninin kendini gosterme sikintisi cektigi o girdapli “bosluk” benim icin doldurmasi kolay oldu. Annem de zaten vaktiyle Sisli Terakki egitimi ustune Ekrem Muhittin Yegen’den yemek dersi almayi akil etmis gercekten egitimli bir Istanbull kadini olarak gelin olarak dustugu gurbette henuz elektrigin birakin ev iclerini, sokaklara bile erisemedigi ucra Anadolu kasabasinda o zaman adi hala Rus Salatasi olan fevkalade Istanbulllu bir yemegi ailenin yilbasi menusune sokmayi becermis biriydi. Ayni sofrada yenen iki tur ekmekten biri Kurt babaannemin tandir evinde pisirdigi tandir ekmegi idi. Ercis’te 1950 sonlarinda annemin onculugunde ve sadece bizim evimizde gerceklesen bu batinin doguyla mutfak sohbetinin ulkeyi bir uctan bir uca kat etmesi ve Istanbul denilen bu ‹mparatorluk baskentinde, Imparatorluk yerle yeksan olduktan cook zaman sonra kenarda kosede fingirdesmeyle baslayan, onceleri ailelerin siddetli itirazina ragmen gerceklesmesi engellenemeyen izdivac seruveni heyecanli bir televizyon dizisi gibi surup gitmekte.
Bu esnada evde......
Bu esnada, Imparatorlugun butun nimetlerini kendi bunyesinde toplamayi basarmis baskent Istanbul Ermeni, Rum, Cerkez, Trakya ve Turk mutfaklarindan kendini fevkalade beslemeyi basarmis gecmisinin mirasini har vurup harman savurmaktadir. Cunku bunyesine mayonez yaparken yumurta sarisina zeytinyaginin yedirildigi gibi dahil etmeyi basardigi bu damarlar kurumaktadir. Neden mi? ‹mparatorluk bitmis, ama ondan miras herkesi yerinden etme politikasi homojen bir millet yaratma sevdasi ve zorunlulugu nedeniyle (dunya ulus-devlet dunyasidir) baska bir bicimde surmektedir. Osmanli kendi tebasini kendi sinirlari icinde alt ust boregi eder, Cumhuriyet, ki tanimi geregi daha dar bir alanda icrayi sanat eylemek zorundadir, yerinden ettigini sinir disina itelemek durumundadir. Yer de yen de dardir. Bu menekse mendilim duse oyunu oyuncularina soz hakki tanimaz; zorunlu goc can yakicidir. Giden sadece insan degildir, yasam bicimleri ve hayat bilgileri de olay yerinden uzaklasir. Sarkilari ve yemekleriyle birlikte. Yer genislemekte, oyun alani daralmaktadir. Bundan en buyuk yarayi elbet once insan yuregi, sonra Istanbul mutfagi alir. Hayat sekteye ugramakta, yerini zamanimizda “ah nerede o eski lakerdalar, topikler, cirozlarl...” diye baslayacak “bir zamanlar Istanbul” efsanesine birakmaktadir.
Onlere dogru ilerleyelim beyler!
Doganin kanunu fizigin de muzigin de toplumun da kanunudur ister istemez. Bosluklar doldurulur. Istanbul’un fethi tarih kayitlarina gore 1453 yilinda Fatih namina layik gorulecek Sultan II. Mehmet tarafindan gerceklestirilmistir. Simdiden baktigimizda gordugumuz ise sudur: Bu tarih fethin ancak baslangicidir. Tarihin belki de en uzun surmus bu fethi ancak zamanimizda nihayetine ermektedir. Imparatorlugunu yitirmis payitaht Istanbul cazibesini yitirememis oldugundan, ailenin uzaktaki zengin kuzenidir ne de olsa, butun uzak akraba efradi ister istemez kapilanmaya onun ayagina gelecektir. Anadolu’daki akrabalari ve hisimlari da boyle yapti. Her yonden ve her bicimde bir bahaneyle vardi geldi. Sonra da topluca yerinden edildikce mecburen geldi. Yarim asir kadar suren bir fetih! Bunu nereden mi cikariyorum? Sarkilardan ve yemeklerden! Soylemistim, yasim musait. Her ne kadar bu sehre sonradan ilhak edenlerden olsam da, varisim lahmacundan once. Eger cocuklarim olsaydi onlarin hayata gelisi lahmacundan ve kebaptan sonra ama hodan, mirra ve kengerden onceye rastlayacakti. Arabeskin resmi vaftiz toreni ile ayni senelerde dogmus olacaklardi. Anneannelerinin yilbasi yemeklerinde karsilarina cikacak Rus Salatasini onlar hic bir Amerikalinin varligindan haberdar olmadigi Amerikan salatasi sanacaklardi; plak dolabinda Ibrahim Tatlises’in Ayaginda Kundura Longplay’ini Munir Nurettin ve Ruhi Su plaklariyla yan yana goreceklerdi. Ve sasirmayacaklardi. Butun sarkilar ve butun yemekler onlar icin ayni uzaklikta ve yakinlikta olacakti.
Bir yigit gurbete dusse.....
Benim icin oyle olmadi. Modernizmin sonu, post-modernizmin basi arasina denk dustum. Gramsci’nin sozunu ettigi “bosluk” (vacuum) beni her yerde kovaladi. Ya da ben onu. Annem o kadar Dogu’ya gitmisti ki (‹ran siniri!) ben Foucault’nun sarkacinda kacinilmaz olarak Bati’ya savrulacaktim. Yetmislerde Istanbull, sonra seksenlerde okyanus otesinde Montreal! Ve gittigim her sehirde eskinin cozulusu ve yeninin kendine yer edinme karmasasina tanik olacaktim. Doksanlari Istanbull’da karsiladim. Dondugumde Istanbull yikiliyordu: Tarlabasi bina katliami ve Beyoglu’nun donusumu. Bu seyahat seyr-u seferimde yetmislerin Istanbull’unun bana sunmadigi gida cesitliligini Montreal onume serdi. Nar eksisinden bilcumle baharata varan gida malzemesiyle ilk tanisma yerim gurbetti. Hal boyle olunca da on senedir izah etmem gereken tuhaf, eklektik bir mutfakla sehir halkina hizmet veren bir lokantanin kurucusu oldum ve her gun su soruyla var oldum: Ben bu yemekleri ve yemek yapmayi nerede ogrenmistim? Cevabimi dusundukce buldum: Gurbette!
Gurbet ne yana duser usta sila ne yana?
Adet boyledir. Gurbete gidilir; su veya bu nedenle siladan ayri dusulur. Bunun adi Robert Kolej Kizlar yatakhanesi de olur, Montreal ada-sehri de. Hatta Istanbull’un orta yeri bile! Asina olunan her seyden ayri dusulur. Gurbet budur. John Berger’in deyisiyle yer altinda olulerinle, gokte inanc sisteminle dusey bir cizgiyle birlestigin yer “ev”dir; dogdugun, yetistigin, aile baglarinla sarilip sarmalandigin yerden ayrildigindaki her yer de gurbet!. Ayni ulke veya ayri ulke veya baska bir gezegen! Fark etmez. Gobek bagin kopmustur bir kez yeryuzuyle. Yatay bir cizgide gececektir bundan sonraki butun hareketin yeryuzunde. Yuksek yuksek tepelere ev, bina, gokdelen, fabrika, okul kurarlar ve seni asina olmadiginla kusatirlar. Ya da sen kendini kusatirsin. “Ev”den uzaklasirsin. Hansel ve Gretel gibi. Kaybolursun. Garip olursun. Once gozunde insanlarin, kulaginda seslerin ve her aciktiginda damaginda tatlarin, burnunda kokularin eksikligi kendini belli eder ve bunlar yavas yavas yoklugun boslugunu doldurur. Montreal’de bir grup yazarin icinde Hintli biri, kayiplar listesine en son eklenen isik ve golgelerdir demisti. Bilcumle “garip” gurbetin haritasini cikariyorduk. Gozun en son pesine dusecegi isiktir, besinci senede filan ancak bu hal kendini gosterir demisti. Altinci seneme girdigimde, denklerimi bagladim yeniden. Yeterince uzaga gitmis ve asina olan her seyin yoklugunda neyin benim oldugunu kavramis, elemis, secmis, tekrar elde etmek icin caba sarf etmis, gurbette kendime bir “ev” edinmistim; artik donebilirdim. Adet boyledir; yitirmeden neyin sevildigi, neyin ozlendigi bilinmez. Gurbetin ne yana silanin ne yana dustugu de bilinmez. Yuvadan ucmadan da yetiskin olunamaz. Ben cocuklugumun damagimda yer etmis butun tatlarini ve burnumda yer etmis butun yemek kokularini gurbette kesfettim, ve hepsini gurbette yeniden pisirmeyi ve yapmayi ogrendim. Gurbetteki evimden evimdeki gurbete yol kurmadan da daire tamamlanmaz diye, gurbetteki evimi birakip Istanbull sehrine kendimi gonullu surgun ettim.
Elbet sehre vasil olan tek ben degildim. Gelen zaten gelmis ve yerlesmisti bile. Ustelik teker teker de gelmemislerdi zaten. Eski varoslar sehre karismis, her gun yenileri kuruluyordu. Ev sahibi elbet hic bir misafiri sevmeyecekti, once gelmis olan sonra gelene dudak bukucekti. Ama zaten ev sahibinin kim oldugu artik anlasilmiyordu. Hanci sarhos, yolcu sarhos sarkisi hep bir agizdan soylense her sey belki daha kolay olacakti. Ama ortak bir sarki henuz bulunamiyordu. Anadolu en nihayetinde Istanbull’u kusatmayi basarmis ama once kusatilmadan nasibini almisti. Bati ile Dogu en nihayetinde bulusmayi itiserek de olsa gerceklestirmekte kararliydi. Modern, daha dogrusu post-modern zamanlarda fetih surlarda carpisarak yasanmiyordu. Carpisma her alandaydi. Ustelik sinirlar artik Bati’ya da acilmisti. Istanbull’un lahmacuna karsi cikaracagi gida stoklari tukendiginden yemek savaslari hamburgerle lahmacun arasinda yasanmaktaydi. Deleuze’e gore gocerlerle gocmenler arasinda cok onemli bir fark vardir: gunumuz rejimlerinde gocerler hep ayni hayat bicimini korumak icin hareket ederler; gocmenler ise var olan bir yapiya kapilanmak icin. Gocmenler hafizayi silerler, gocerler ise sadece hafizayla kendilerini yeniden var ederler. Istanbull hepsinin bulusma yeri; asil carpisma da ol nedenle hafizada cereyan etmektedir, epeydir. Dagdan gelen bagdakini azicik iteleyecektir; azicik oteleyecek. “Oteki”nin var olma hali budur. Oyunun disinda kalan cocuk biraz buruk olur, biraz hircin. Gariplik zordur. Gobek bagi kopunca kisi biraz ipsiz de olur. Atak da olur, israrci da. Evinde degildir ki yaslasin sirtini asinaliga ve korunmusluga. Yerinden edilen/ olan, yitirmenin bilgisine de sahip olur. Hep ayni yerde durarak “ev”den hic uzaklasmayarak, farkli olanla karsilasmadan, asinaligin rehaveti icinde salinan, verilmis olanin da yeniden uretilmesi gerektigini kolay unutur, bir asagi veya yukari mahalleyi merak etmeyi de unutur, yedigi uzumun bagi da bagcisi da onun icin yoktur. Bagci gidince bag kurur. Bag kutuklerimiz sokulmus, bagcilarimiz surulmus, bizim bagimiz kurudur. Tuzumuz da yas! Bir golden elde edilir ama golu besleyen dereler kir tutmustur. Mevsim denince hep yaz olsun isteriz, cunku deplasman icin idealdir; henuz kurumamis baglara akin edip oralari tuketmek pek eglencelidir. Meyve denince tek tip kiraz, ithal muz, ithal karpuz; sanat olarak enstalasyon tercih edilir. Erikleri degdiren artik erikdegdiren degildir; hormonlar ve ilaclar imdade yetisir. Sehre yigilan herkes kimligini korumak ve yatay istilada pay kapmak pesindedir. Bir bardak suda fide kalirsa kuruyacagini anlar anlamaz koklerini salar ve uygun bir toprak parcasina kuylar. Kok hucre gobek baginda yetismektedir ve koklerle en kolay ve en vazgecilmez bag mideye indirilenlerle elde edilir. Gocerler tedariklidir, aziklarini yanlarinda getirir. Istanbull gurbettir, once kopartir ipini gurbete yerlesir; koparamadigini, kopamadigini azar azar pesi sira getirir. Sila demonte edilir, gurbete yerlestirilir, “enstale” edilir. Gurbet gurbetlikten sila silaliktan cikar. Hayatlar yerinden olunca ya da edilince, su ya da bu bicimde, giden goturur, gelen getirir. Her yer deplasman, her yer yuva edinilir. Hatirasina, hafizasina, sevdiklerine, bildiklerine, yuvanin sunduklarina, topraginin, cografyasinin nimetlerine sadik kalan, sahip cikan, onu tasiyan varligini korur. Kendi gelir, sonra peynirini getirtir, kengerini getirir, hodanini, ekmegini, ama once hafizasini..... Nasilsa evimdeyim diye rehavete kapilan, verilmise, hazira alisan yitirir. Duran bakar, hareket eden yapar. Sehrin gobeginde camekan arkasinda “anadolu” kadini, yani varoslarin budasi hamur acar, gozleme yapar. Yapar, yapar, yapar.... Yerlesik ahali, ayaklarina kadar gelen “oteki”ne bakar, bakar, bakar....Ulkelerden Mozambik, ah ne kadar da otantik der, gozlemeyi agzina atar. Bilmez ki o gozlemeyi yuttugunda bu minval uz’re o da artik acilmistir gurbete. Surgun bulasicidir, yerinden olan/edilenin kimsesizligine, ait olma cabasina ve ihtiyacina o da bilmeden kendini ortak kilmistir boylelikle. Artik hic kimse bir yere ait olmaz. Yerel yerinden boyle edilende, pirinc dimyata gidilmeden markete gelende, yersizlik kaplar her yeri. Dunyanin butun metropolleri aynilesir git gide lokanta menulerinde. Adina globallesme deriz; dunyanin butun nimetleri ayagimiza gelsin isteriz. Hic bir bedel odemeden! Her yer kendi bahcemiz kadar asina olsun derken, plastik iskemleler bunu saglamistir da en nihayetinde, yerini kaybedince boyle, “gurbet benim icimde” durumu hasil olmustur. ‹ster istemez nufuz edecektir bakisa, tene, damaga, kalbe......kalplerden dudaklara yukselen sesi dinle! Beyoglu’nda midye yapip satanlar simdi hep Kurtler. Niye? Evini temizleyen temizlikci kadin, kapini bekleyen kapici; sik dukkanlardan aldigin sahte “koylu” ekmeklerinin bilgisi onlarda hala, ama sormayi akil eden kim? Varoslarin “buda”sini dinleyen kim? Dunya metropollerindeki sohret-seflerinin pesinde oldugu en sik uluslararasi fuzyon mutfaklarinin bastaci gida malzemelerinin gizlendikleri yer nire? Varos pazarlari! O gidalar sehrin diplerine kadar nasil geldiler boyle? Ve niye mirranin, kengerin, hodanin taa uzak yollardan senin ayagina gelmesi topigin, lakerdanin, cirozun, Arnavutkoy cileginin, gercek sirik domatesinin neslinin tukenmesi pahasina gerceklesmeli? Bostanlarin sokulup yerine bina dikilirken neredeydin ey sevgili Istanbulllu sen nerede? Ne cabuk unuttun kivircigini da alistin gobek salataya hemen? Denizinden yiten baliklarin gitti de ustune yaktigin agidin nerede! Ta uzak yollardan gelip seni kusatanlar aziklariyla birlikte turkulerini, agitlarini, sarkilarini da yanlarinda tasidilar. Tipki gitmesine seyirci kaldiklarinin birlikte goturdukleri rembetikolari gibi. Annenden, ninenden, teyzenden, halandan yedigin yemekler pisiyor mu senin evinde? Cocuklarinin damaginda kalacak tat ne? Rejans’ta salataya konserve misir, Pandeli’de mezelerin arasina marketten alinma somon, Haci Baba’da soguklarin arasina sahsiyetsiz mayonezli makarna salatasi girerken bendim gecen ey sevgili sandalla denizden; hafizasi uykusunu kacirmis biri.
Nisan 12, 2005
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Bu kadar guzel yazi sonrasinda "comments" neden bir suru spam ile dolmus???
Yorum Gönder