Her ne kadar gazeteler ve dergilerdeki trend guruları terk edilen, artık sahibi tarafından yeni post'larla doldurulmayan blog'lara bakıp "next!" diye heyecan çığlıkları atıyorlar ve her nedense işleyen blog'ların dilimize, usulümüze etkisine dair düşünmek yerine yeni nesil iletişim araçlarına da tüketilecek "gladyatör ayakkabı" formatında bakıyorlarsa da; ne blog'lar, ne facebook, ne friendfeed ve ne de twitter bir yere gitmiyor! Doğru yeri bulan masa, nasıl yıllar boyu sizinle kalır ve siz o masada yemek yedikçe, dostlarınızı ağırladıkça ve elbette, kavgalarınızı ettikçe nasıl o masa biraz daha size benzerse.. doğru nedenlerle kullanılan iletişim araçları da öyle yer ediyorlar hayatımızda, kanaatimizce. Örneğin bu blog. İlk post'umuz 2005 yılında yayınlanmış. Yazarları değişerek devam ediyor, fikri, derdi aynı kalır, ama pekala da gelişirken. Fikir Sahibi Damaklar olarak facebook'u hiç kullanmadık, ama Slow Food Gıda Gençlik Hareketi'nin sayfasına baktığımızda üniversite öğrencilerinin elinde bu sayfanın sahiden de uzun ömürlü olacağını görebiliyoruz. Trend gurularının son gözdesi twitter'a gelince.. bu sayfanın takipçilerinin hızla twitter'a alışmaları ve bizi SlowFood_FSD üzerinden takip etmelerini öneriyoruz. Bir trend olarak değil, aksine, bir gereklilik olarak. Zira okuduğumuz her türlü yeni makaleyi bu sayfalara taşımamız kabil değil! Her yeni etkinliği size bu blog'un sayfalarından anons etmemiz ya da her seferinde spam'e düşebilecek toplu e-postalar yollamamız da makul değil. Ama twitter, size bizim yeni öğrendiğimiz herşeyi taşıyan bir telgraf teli. Seyredeceğimiz bir filmi anons eden, bir toplantıyı hatırlatan, bir etkinliği duyuran... ama en önemlisi, ilk söylediğimizdi: okuduğumuz herhangi yeni makaleyi, size de işaret eden bir telgraf teli.. Twitter'da önümüzden geçen makalelerden birinde facebook kimi tanıdığınıza dairdir, twitter ise ne bildiğinize, diyordu.
Bağlanın!
-FSD
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder