Nisan 28, 2009

Bahçeköy'de bır fırında uzun, upuzun bir gece mesaisi: ekmek!

"Bak, hamur konuşmaya başladı"... Dev kase ve dev çatal... Ekmekçinin
kemençeyle dansı... "Ekmeği alttan alttan tut ki elin yanmasın"...
Hamurdan korkmayacaksın...

Bahçeköy'de bir fırında uzun, upuzun gece mesaimizin ardından ben de
bunları yazdım bir kenara, ekip arkadaşlarımın anlattıklarının dışında.

Gecenin başlarında, hamur odasında İbrahim bey bizi toplamış, dev
hamur yoğurma kasesinin başına. Dev çatal un ve suyu çevirip duruyor o
kocaman kasede ve hamur tek bir vücut olmuş, sanki çoktandır nefes
alıp veriyor. Tam o sırada, ağızdaki sakız belli bir kıvama gelince
caklamaya başlar ya, hamurdan sesler gelmeye başlıyor, aralıklı
aralıklı. İbrahim bey bize dönüyor. "Bak, hamur konuşmaya başladı"
diyor, sanki tüm fırın o ana kadar can vermeye çalıştıkları hamurdan
bir cevap bekliyorlar devam etmek için işlerine... ve bir çalışmadır
başlıyor.

İbrahim bey'in odasında Kaçkar TV açık bütün gece. Yerel bir Rize
kanalı bu, gece boyunca karadeniz havaları yayılıyor fırına. Çok da
yakışıyor, üstlerine sıra sıra dizilmiş ekmeklerle dolu tahtalar hamur
odasından fırına taşınırken de, boşaltılıp geri gönderilirken de tek
bir köşe sürtmüyor duvarlara, kimse çarpışmıyor. Çok iyi çalışılmış
bir koreografi bu belli, tek bir kelime konuşmadan anlaşıyorlar
birbirleriyle.

Bir ara hamur odasından ayrılıp ilk mahsulün fırından çıkışına
tanıklık ediyorum. İçlerinde orada olduğuna neredeyse tek şaşırdığım,
saçı kırmızı boyalı genç, her birine 18 iri ekmek sığan plastik
kasalardan birini bana uzatıyor. Kasayı önüme alıp kollarımı
sıvıyorum. Ekmeğe dokunmamla geri çekilmem bir oluyor, bir saniye bile
tutmak mümkün değil, öyle sıcak. O sırada kürekçi sesleniyor: "Alttan
alttan tut ki elin yanmasın." Ayaları yukarı bakacak şekilde ellerimi
ekmeklerin altına itiyorum ve nasıl olduğunu hâlâ bilemesem de
ekmekleri kavradığım yerlerde bir serinlik hissediyorum. 8-10 kasa göz
açıp kapayıncaya kadar doluyor.

Sabaha doğru hamura şekil vermek üzere tezgâhtayız. Gece başında
kendine ayırdığı bir avuç hamur birkaç kez esrarengiz şekilde ortadan
kaybolduktan sonra, nihayet eski dostuyla kavuşmanın verdiği mutluluğu
Defne'nin yüzünde görüyorum. O maharetle yoğurduğu ekmeğe son şeklini
verdiğinde, ben henüz başlıyorum, ve başlıyorum dediğim şey de
boğuşmaya. Çekingen birkaç denemeden sonra Defne yardımıma koşuyor
neyse ki. Sonra üzerinden konuşurken kelimelere dökülüyor yaşadığım.
Hamurdan korkmayacaksın, korksan da ona belli etmeyeceksin, yoksa
eline yapışmaya başlayacaktır.

Sabahın ilk ışıklarında oradan ayrıldığımızda, elimizde ekmek
hamurumuz, üstümüzde tatlı bir yorgunluk vardı.

Ne iyi etmişiz...
-Tevfik Şems NAİPOĞLU
Nisan 2009

1 yorum:

Hande Kilic dedi ki...

Ah bahsi gecen firinin 5 yil ekmegini yedim ben, peynirlerimizi, yemeklerimizi susledi, bazen de sabah erkenden sicacik alip 5 dk'lik mesafedeki eve bile gitmeden kokusuna dayanamayip basini koparip az yememisimdir.
Sadece 4 ay onceydi, artik farkli bir ulkede sevdigim lezzetleri uretme mucadelesi veriyorum.
Ne guzel yazmissiniz, emeginize ellerinize saglik. Her ufak kacamagimda siteyi aciyorum ve okumaya doyamiyorum.

Agzinizdan tadiniz eksik olmasin.